“Görüşünüz ancak yüreğinize baktığınızda berraklaşır... Dışa bakan düş görür. İçe bakan uyanır.” Carl Gustav Jung
Kötü bir rüya görüyoruz. Bu rüya ki toplumun üstüne karabasan gibi çökmüş, bitmek bilmiyor. Biteceğe de benzemiyor. İnsanı yakan, cebini yakan, hayvanı yakan, özgürlüğü yakan, düşünüp sorgulamayı yakan, geleceği yakan... Ne derseniz deyin işlerin sonu iyiye işaret etmiyor. Yangınlar, katliamlar, kavga dövüşler, cinayetler, taciz ve tecavüzler, krizler, yoksulluklar... Benzer toplumların sosyoekonomik durumu ortada. Hayalleri bile çalınmış toplumdan rüya görmesi beklenemez. Hayal kurabilen, rüya görebilen yaşam çıtası ortalamanın üstünde olan ulusların geldiği nokta belli. Geleceği şekillendiriyor, zayıf ulusların üstüne kabus gibi çöküp sömürerek köle toplumlar yaratıyor. Bilgisi ve sahibi olamadığınız her şeyin kölesi olursunuz. İnsanlar acılara, yağmalara öyle alıştırıldı ki içine bakmayı unuttu. Gücünü unuttu. Kalbinizi unutursanız gerçeğiniz de sizi unutur. Bitmeyen bir kabusun girdabında kendinizi de geleceğinizi de kaybedersiniz. İçe dönmenin vakti geldi de geçiyor.
Evrende olan biten şeylerin genelde yüzeysel okumasını yapmakta ustayız. Aslında her şeyin alt metni var. Görünenin, söylenenin bir adım ötesini anlayıp o görkemli alt metni çözümleyebildiğimiz zaman şekillendirebiliriz şeyleri. Kalple akıl arasında ince bir yol vardır. Bu yol o kadar incedir ki yürümek başka bir beceri ister.
Herkes, her şey var; ama yok. Gerçek ve algı dünyamız sözcüklerin seslere, seslerin sözcüklere dönüştüğü sürekli şekil değiştiren silüetler hâlinde bir döngünün içinde yolunu bulmaya çalışıyor. Rüya içinde sıçrama yaşayanlar bunu tecrübe etmiştir.
Görülen rüyayı dışarıdan gelen sesler değiştirebiliyor. Sizi, zamandan bağımsız kılan rüya yine dışarıdan algılanan seslerin doğrultusunda rüyadaki mekândan koparıp, kopyalayarak yeni bir mekâna götürüp, yeni bir rol vererek oraya yapıştırabilir.
Dışarıdan gelen sesler kesildiği zaman uyanış başlayabilir. Filozofun dediği gibi: “Ama düşün yargıcı uyanıştır.” (Alain). Yani, yapaylıktan sadece kendinizi dinlemeye başladığınızda uyanabilirsiniz.
Rüyada sıçrama yapabilen bilinç, yaşamda neden sıçrama yapamaz? Burada bir inkâr mekanizması mı devreye girer? Rüyada serbest kalan bilinç boyutlararası dolaşır. Doğrudan bir baskı yoktur. Eski kültürlerin çoğunluğu rüyalardan yararlanmış. Özellikle de Mısır Medeniyeti. Belki de ileride rüyayla gerçeğe ulaşabilecek insanoğlu. Rüyaların prensi Freud ve Edgar Cayce uyku boyutlarında pek çok defa gezinmiştir. Düş mü gerçek, gerçek mi düş? Eğer insanın belleği, zihni, ses ve sözcüklerin yönlendirmesiyle şekil alıyorsa, o zaman insanın bünyesinde barınan sözcüklerin, seslerin yönlendirmesiyle bireysel gerçeklikle sürekli değişen döngüye ve “gerçek” algısına kurban ediliyor olabilir toplum...
Belki de gerçeklik, düştür. Onu ‘ölüme yatmak’ olarak öldürüyor da olabiliriz. “Kendinden çıkarak kendini bulan, kendinde ve başka alemlerde sıçrama gerçekleştiren, tam uykuya dalmak üzere olduğunuz andır. Tamamen dalmadan, yarı uyanık olduğunuz o en son an. Uykuya teslim olmadan, o son çizgide tuhaf düşler görürsünüz. Ama o sırada uyursanız, bu düşlerin tümünü unutursunuz. İşte ben, o son çizgiden geçip uyanıyor ve orada gördüğüm garip düşleri yakalıyorum. Benim yazdıklarımın bir kısmı da bu düşlerdir.” diyenlerden biri Edgar Allan Poe’dur. Dostoyevski, dünyasal gerçeği ile bağını koparacak ölüm uykusu gibi uykuya dalmıştır her zaman. Dışarıdan bakıldığında öldüğüne emin olunacak bir görüntüye sahiptir. Kardeşi Andrey’in açıklamasına göre küçük kağıtlara; “Öldüğümü düşündü-
ğünüzde beni gömmeden beş gün bekleyin.” demiştir. Rüyalar, gerçekliğin yakalandığı yer olabilir. Bazılarının en azından kendi gerçekliğini yakalama olasılığı olabilir. Düş görenler yol göstericidir; “Uyuyan Kâhin” belgelenmiş psişik Edgar Cayce. Zihnini, uykunun boyutlarına ve evrensel bilince yöneltmiştir. Küçük yaşta ne olduğu anlaşılmayan bir anda komaya giren Cayce için doktorlar hiçbir şey yapamamış. Bir gün komadayken konuşmaya başlamasıyla annesine: “Enseme
bir beyzbol topu çarptı. Özel bir yakı yapın ve enseme kuvvetlice basın. Acele edin, yoksa beyin zarının zarar görme ihtimali var.” Komadayken yakı için gerekli bitki isimlerini de söyler. Annesi çaresizlik içinde çocuğunun dediklerini yapar ve akşama doğru Cayce komadan çıkar. Uykuya yatarak (hipnoz) yaşayan herhangi bir insanın beyniyle iletişime geçerek bu beyinlerden aldığı bilgilerle kendisine gelen hastalara şifa verdiğini söyleyen kahindir. Sadece bu mu? Geçmişten de haber almış, gelecek için de kehanetlerde bulunmuştur. Yalnız uyku sırasında olanların hiçbirini uyandığında hatırlayamaması yüzünden yanında bulundurduğu doktor ve yardımcısına trans sırasında söylediklerini kaydettirmektedir. Hekimler sendikası mahalli sekreteri John Blackburn bir komite ile bütün seansları izler, sonunda Edgar Cayce’e resmi konsültasyon yapma izni verilir.
Tıp dünyası, Cayce’in trans halinde yazdığı reçeteleri inceler ve yüksek hekimlerce doğruluğu tespit edilince onay verir. Bir seans sırasında da “Codiron” adında bir ilaç yazdırmış ve ilacı yapan firmanın adresini vermiştir. Telefon edildiğinde ilaç firması şaşırmışt: “Nereden duydunuz? Formülü yeni bitirdik ve ismini yeni koyduk.” demiştir. Ne olduğu belli olmayan tıp dünyasında bulunmayan hastalık ve ilaçları Cayce sayesinde ortaya çıkmış. Cayce birçok insana şifa olmuştur. Kendi çocuğunun bir patlamada bir gözü zarar görür ve ve o gözü görmez hâle gelir. Doktorların seferber olup artık gözün kurtarılamayacağını söylemeleri üzerine bu duruma karşı çıkan Cayce transa yatar. Bulduğu tedaviyi oğluna uygulayarak onun gözünü kurtarır.
Hastaları gelmeden önce transta hastalığı ve ilacını görerek önceden bilgi verir. Birinci dünya savaşı bittiğinde kendisinin trans halinde yazdırdığı belgeleri toplayan, inceleyip yayımlayan Virginia’da çıkan ARI dergisinin kayıtlarına girmiştir. İkinci dünya savaşının Versay’ın başarısızlığı olasılığından çıkabileceğini öngörmüştür.1934 yılında Hitler’in başa geçeceğini, makamından indirilinceye kadar orada kalacağını söylemiştir. Elektrikli arabaların yapılacağını, Kennedy için görevinin sona ermeden
öldürüleceğini, soğuk ve sıcak iklimin yer değiştireceğini, kendi ölüm zamanını söylemesi de bu kehanetlerden bazıları. Ardında 43 yıl biriktirdiği 14.000 adet steno kaydı bırakmıştır. Rüya belki de gerçekliktir. Geçmişin, geleceğin birbirine sıçramasıdır.
Milyarlarca yıl gerçeğin kahramanları, gerçeğin peşin den koşturup bulamadan yaşamdan ayrılmışlardır. Önermeler, kuramlar, teoriler... Gerçeğe giden olasılık yoluna mayın döşeyen inkâr mekanizmasıdır. Milyarca yıllık bir inkâr mekanizması aklın almadığı olasılığı hep ötelemekle gurur duymuştur. Bir zamanlar uydular,
Ay’a gitmek de inkâr kapsamındaydı. Einstein: “Gerçek yalnızca bir illüzyondur, ama bitmek bilmeyen illüzyon.” demiştir. İnsan kendisini yaşamın ve kendi gerçeğinin merkezine yerleştirdikten sonra yapay bir dünyanın içine hapsedebilir; kendiyle birlikte her şeyi. Algı, orada, kendi döngüsünde dönüp durabilir.
Bir arkadaşınıza bakış açınızı düşünün. Bir diğer arkadaşınız devreye girip, onun için söz ve seslerle bilinç algınızdaki o arkadaşınızın yerini bir sıçramayla yok ederek yenisini inşa ediverir birkaç dakikada. İnsanın gerçeklik algısı da buna benzer. Bir önerme, kuram, teori bir diğerini zaman içinde çürüterek sürekli bir yenisini yaratmıştır.
Gerçek, bir döngü olabilir. Tıpkı dünyada ‘Küçük Kıyamet’ adı verilen dünyanın üzerinde yıkımlarla, yangınlarla doğanın dengesinin bozulması, özünden koparılması ve dünyanın aslından koparılarak yok edildiği yerde, yeniden kendisini doğurması
gibi. Ulaşılamayan bir ufuk çizgisi gibi. Belki de kendini tekrar eden evren gibi insan da tekrardan ibaret olabilir. Dünya nasıl bir sonsuz döngü içindeyse, insan da sonsuz döngü içindedir. Çünkü her şey enerji üzerine kurulmuştur. Yok edilemeyen bir
döngü. Gömüldüğü yerden başka formatta yaşama eşlik etme, bir başka şeyin varlık sebebi olma gibi çeşitli durumlar olabilir. Var olan yok edilemez; yok edilenin de varlığı inkâr edilemez.
İnsanın inanışlar, doğrular, yanlışlar, toplumun kabul gördüğü yaşam sürekliliği, davranış modeli, uyma yasası, kendinden çıkamayışı ile dönüp durup başa dönmesidir aslında kaybettiği yer. Acı... Şekli ve boyutu ve sonucu sürekli döngüsel olan, var[1]
lıktan varlığa şiddeti değişken olabilen, elle tutulamayan soyut kavram... “Bizi öldürmeyen şey güçlendirir.” Nietzsche, sokakta bir at arabası sürücüsünün ata şiddet uyguladığını gördüğünde hemen yanına giderek atın boynuna sarılmıştır. Onun için atı acıyla öpüp hıçkırarak ağlarken birden yere yığılması sonun başlangıcı olmuştur.
Bu onun duygusal tetiklenmesinin çöküşüyle aklını yitirmesine varacak sürece neden olmuştur. “Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak ise, bu acıda bir anlam bulmaktır.” Nietzsche’yi delirten insan olgusu... Belleğinde insanı koyduğu yer ile insan hayvanının gerçeği ile kesiştiği noktadır kendini kaybetmesi. Derin bir çöküş. İnsan anlamıyla, kederli yüzleşme... Her şeye inanmak da gerçeğe giden yolu gölgeleyebilir. Olasılık hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır. Her şeyi inkardan geçirebilmektir belki de gerçeklik. İnsanı şekillendiren sesler ve seslerden dönüşen sözcükler sizi, yaptıklarınızı kötü ya da iyi olduğuna inandırabilir. Bir başkasının şekli olabilirsiniz sonunda. Ne kadar objektif düşünürseniz düşünün sizden önceki şeylerin
gölgesinden etkilenir, şekillenirsiniz. Burada yansıma yaratıcılığı insanı bilinçli-bilinçsiz etkilediği gibi kötü bir kopyasını da doğurabilir. Bu yolculukta yaşamını yitirenler gibi pek çoğumuz da gerçekliğe erişemeden gideceğiz kim bilir...
Dışarıdan gelen her türlü ses, söz, görüntü insan için dışsal baskı ve şekillendirmeye dönüşebilir. Rüya ise bura da devreye giriyor. Dışsal gerçeklikten kopuşun, bilinmez diyarlara sıçramanın kapısını pek çoğu için açabilir. Doğruya giden en keskin yol
inkardan geçen olabilir. Yeniden düşünen yeniden deneyenlerindir bir sonraki yüzyıl.
Neval Savak
Güzel bir yazıydı. İlgiyle okudum. Reenkarnasyona inanıyorum. İnsan ruhunun bir kez dünyaya gelmesiyle oluşabilecek bilgi birikimine sahip olabileceğine inanmıyorum çünkü... Çok şeyin farkında olmayarak gidenler öyle çok ki...
Hayatta gerçekten ilginç şeyler yaşanıyor. Bunu yaşayan kişilerden biriyim. Güzel yazınızdan dolayı sizi kutluyorum sevgili Neval Savak. Daha nice yazılarınızı okuyabilmek dileğiyle sevgiler...
Tebrikler Güzel bir yazı okudum.
"Düş mü gerçek, gerçek mi düş?" İnsan bunun ayırdına varamaz bazen. Hele, hayal bile kurmaktan vazgeçmiş ise, akıntı nereye götürürse götürsün fark etmez. Bu günlerde bir Edgar Cayce de bizde olsa ne iyi olurdu. Sağlıklı düşünenlerin, hayal kuranların çoğalması dileğimle. Yine çok güzel, ilgi çekici bir yazı okudum sevgili Neval Savak, emeğine sağlık...
Çok değişik enteresan bilgiler için teşekkürler